31 Aralık 2011 Cumartesi

Neden yaşıyoruz ?


Hayat güzel,
yaşamayı bilene ama...
Etraftaki boktan etkenlerin bizi etkilemelerine izin vermemek için yaşıyoruz...
Etraftaki piçlere inat yaşıyoruz...
Hayattan alabileceğimiz her zevki alabilmek için yaşıyoruz...
Zamanı geldiğinde o piçlere siktiri çekebilmek için yaşıyoruz...
Hayatın karşımıza çıkarttığı sürprizler için yaşıyoruz...
Sürprizlerin hayatımıza sıçışını izlemek için yaşıyoruz...
Girdiğimiz bok bataklığından çıkmak için yaşıyoruz...
Yaşıyoruz, yaşıyoruz, yaşıyoruz...
Kimi zaman ne için yaşadığımızı bilmeden yaşıyoruz...
Başkalarının dileklerini gerçekleştirmek için yaşıyoruz...
Başkalarının yarattıkları karakterimizle yaşıyoruz...
Sorun yaratmak için, sorun çözmek için yaşıyoruz...
Duyguları körleşen karakterlerimiz ile duygulanmak için yaşıyoruz...
Sevmek, sevilmek için yaşıyoruz...
Belki de bizsiz daha iyi olacaklarına emin olduğumuz insanlar için yaşıyoruz...
Nedensiz, amaçsız bir şekilde yaşıyoruz...
Hayal kurmak için, kurduğumuz hayallerin yıkıldığını görmek için yaşıyoruz...
Yıkılan hayallerimize ağıt yakmak için yaşıyoruz...
Özgür olmak için yaşıyoruz...
Özgür olamayacağımızı anladığımızda, intihar düşüncesi için yaşıyoruz...
Hayatı tümüyle yaşayıp, dorukta Ölmek için yaşıyoruz...
En önemlisi, hayata siktiri çekebilmek için yaşıyoruz...
Her mutluluğun sonunun acı olduğu gerçeğini öğrenmek için yaşıyoruz...
Hayatın o kadar da boktan olmadığını, hayatı zevkli hale getirecek insanlarla tanışabilmek için yaşıyoruz...
Bu insanların hayatımıza kattığı mutluluklar, umutlar için yaşıyoruz...
Bu insanlardan yediğimiz kazığın dayanılmaz acısı için yaşıyoruz...
Bundan daha fazla acı çekemeyeceğimizi düşünerek, yani kendi kendimizi kandırmak için yaşıyoruz...
Yediğimiz kazıklar, yıkılan hayallerimiz, çöken umutlarımız karşısında dört duvar içinde hiç bir şey yapmadan, sadece tavana bakarak, bizi anlatan şarkılar dinlemek için yaşıyoruz...
Şarkılar sayesinde, bizimle aynı acıları, aynı duyguları yaşayan insanlar olduğunu öğrenmek için yaşıyoruz...
Bu hayatta yanlız olmadığımızı öğrenmek için yaşıyoruz...
Yılın son gününde, düşlediğimiz, hayal ettiğimiz hiç bir şeyin gerçekleşmediği gerçeğini anlamak için, önümüzdeki yıl için gene gerçeklemediğini bildiğimiz dilekleri tutmak için yaşıyoruz...
Her şeye rağmen, mutlu olmaya çalışmak için yaşıyoruz...
Uçmuş bir kafa ile, daha sonra pişman olacağımızı bildiğimiz, bu tarz yazılar yazmak için yaşıyoruz...
Yaşıyoruz, yaşamaya devam edeceğiz. Bizi neler beklediğini görmek için yaşamaya devam edeceğiz...

1 Kasım 2011 Salı

Maskeler ve insanlar


Uzun süredir kendim değilim.
Kendimi bildim bileli...

Maskeler arkasına saklanmış, o maskelerden kurtulmaya çalışan bir kişiliğim ben.
Maskelerin kenarından her baktığında, acı çeken bir kişiliğim ben...
Saklanmış değil aslında, saklanmaya mecbur bırakılmış bir kişilik...
Dinlerin, toplumun, aile yapısının daha doğrusu insan olmanın getirdiği bir mecburiyet.

Düşünmeden edemiyorum.
Gerçekten de maskelerden kurtulmak istiyor muyum ?
Böyle bir ağırlığı kaldırabilecek miyim ?
Dayanabilecek miyim ?
Maskelerden kurtulmam, beni daha mı mutlu edecek, yoksa kesin bir yıkım mı getirecek ?
Maskelerimi çıkarmak, bütün insanlığın gerçek yüzlerini sakladığı bir dünyada, beni savunmasız bırakmaz mı ?

Belki de iyi olurdu...
Maskelerden kurtulmak, kendim olmak, iyi gelebilirdi belki bana.
Belki tüm vücudumda hissettiğim aidiyetsizlik duygusunun nedeni maskelerdir.

Belki, belki, belki...
Sorular, sorular, sorular...

Sanırım asla emin olamayacağım...
Sanırım asla kendim olamayacağım...

12 Ekim 2011 Çarşamba

İnsanlığı seviyorum...


İnsanlığı seviyorum...
Kendi elleriyle yarattığı vahşetin, kendi elleriyle yaptıkları caniliğin farkında olmamalarını seviyorum...

Kendilerini kuratarabilecek bir şey aramalarını , kendi dinlerini yaratmalarını seviyorum.

Kendi yarattıkları şeylere gözü kapalı inanabilmelerini , kendi yarattıkları şeyleri aynı şekilde gözü kapalı yıkabilmelerini seviyorum.

Kendi koydukları kuralları, zevkleri ve heyecanları için esnetmelerini, değiştirmelerini seviyorum.

Herkesin kendileri gibi olma isteklerini, olmayanları dışlamalarını, dalga konusu haline getirmelerini, katletmelerini seviyorum.

Yalanı sevmediklerini iddia edip, herşeylerini yalan üzerinden idare etmelerini seviyorum.

Topluma bu denli uymalarını, toplum kurallarının dışına çıkmamalarını, çıksa bile herkeslerden gizli bunu yapmalarını seviyorum.

Uyduğu toplumun kuralları dışına çıkanlar hakkında ise konuşmalarını, yeri geldiğinde linç etmelerini seviyorum.

Başkalarının gözüne soka soka yaptıkları iyilikleri, gözlerden gizli yaptıkları kötülükleri seviyorum.
Özgürlükleri için başka insanları öldürmelerini, sömürmelerini seviyorum.

En çok neyi seviyorum biliyor musunuz ? Tüm bunları yapmalarına rağmen hepsinin iyi birer insan olmasını, yarattıkları tanrı gözünde  hepsinin cennetlik birer insan olmalarını seviyorum. Evet, insanlığı seviyorum.

26 Eylül 2011 Pazartesi

Bir varoluş hikayesi...


"Sorgulama, cehenneme gidersin" ilk duyduğum cümlelerden biriydi bu.

Cehennem, çarpılma, ölüm gibi korkular ile büyütüldüm. Her zaman bir şeylere inanma ihtiyacı duyan, sıradan bir insandım. Zamanında kur'an kursuna giden, tüm namazlarını kılan, oruç tutan bir insandım. Her şey, büyüklerin bahsettiği huzuru, Allah'ı bulabilmek içindi...

Fakat hiç bir zaman bulamadım bu huzuru. Her namazda daha da huzursuz oldum. Dua ederken kendi kendimi saçma buldum, ama inanmaya devam ettim. Bana çocukken izlettirilen, söylenen şeyler yüzünden oluşan gece korkularımı dualar ile bitirmek istedim, olmadı. Sorgulamaya korktum. Dinin bahsettiği güzelliklere odaklandım, olmadı.


Her şey 3 sene önce başladı.
Liseyi bitirmiş, sertifika eğitimi için evimden çok uzağa, İstanbul'a gitmiştim. O yalnız yaşadığım bir sene bana bir çok şey kattı.
"Yazı" ile tanıştım. Hala çok tuhaf gelir bana bu kelime, neyse.
Çocukluğundan beri zaten hayalperest olan ben, okuduğum hikayeler, romanlar ile bambaşka diyarlara gittim. Sonra farkına vardım, insanlar yazabiliyor.

İstanbul'da kaldığım dönem başıma gelen bazı kötü olaylar geldi. Dışardan bakıldığında gerçekten kötü olan bu olaylar, ilginç bir şekilde rahat hissettirdi bana kendimi. Bazı şeylerin farkına varmıştım. İnsanların farkına varmıştım.
Asosyal bir yapım olduğundan mıdır, yoksa küçüklükten beri bana aşılanan öz-güvensizlik, aşağılık kompleksinden midir bilmem, bazı şeylerden hep uzak kaldım. Bir bakıma iyi oldu aslında bu uzak kalmalar. Çünkü üçüncü bir kişi olarak bu olayları gözlemleyebildim. Yavaş yavaş farkına varıyordum. İnsanların, iyiliğin-kötülüğün, gerçeğin farkına...
Uzun bir süre kendimi insanları incelemeye adadım, daha sonra büyük bir adım atarak kendimi incelemeye.
Yaptığım en büyük hata da bu oldu; kendimi incelemek...

Her zaman din ile inanç ile doldurmaya çalıştığım boşluğun farkına vardım. Bu boşluğun nedeninin, içimdeki huzursuzluğun nedeninin farkına vardım. Cevaplanmamış sorulardı aslında içimdeki boşluğun nedeni. Bu sorulardan en büyüğü ise din idi.
Ben neydim, ben kimdim, niye geldim, nereye gideceğim, her şey nasıl başladı, her şey nasıl bitecek, vs. vs. vs.
İçimi kemiren bu sorulara cevap arayamıyordum, korkuyordum. Sorgulamaya cesaret edemiyordum.
Ya da ben öyle sanıyordum. Zaten sorgulamaya başlamıştım ben her şeyi. İnsanları incelemek, zaten bir çok soruma cevap olmuştu fakat farkında değildim.
Korka korka bazı şeyleri araştırmaya başladım...
Bir şeyler okudukça, dinden daha da uzaklaştım. Allah'ı korkudan sorgulayamıyordum fakat dinleri sorgulamak için kendi kendimi kandıracak basit ama etkili bir yol bulmuştum. Okudukça dinden uzaklaşıyor, uzaklaştıkça daha bir huzur kaplıyordu içimi.
İnsanların yazabileceği gerçeği, Kur'an'ın da bir insan tarafından yazılabileceği düşüncem, araştırdıkça daha da güçlendi. İnsanlar her zaman bir şeylere inanma ihtiyacı hissetmişlerdir. Başlangıçtan beri süre gelen dinler, bunun en büyük kanıtıydı. Ayrıca insanların bazı şeylere gözü kapalı inanmaları, cahillikleri bu dinin gerçek bir şey olmadığı düşüncemi kuvvetlendirmişti. Evet, artık olmuştu. İslam dinine tamamen uzaklaşmıştım, fakat bir Allah vardı, sorgulamaya korktuğum. O ne olacaktı ?

Yavaş yavaş farkına bakmıştım. Ben kuranda anlatılan hikayeleri araştırdıkça aslında Allah'ın farkında olmadığım yönlerini görmüştüm. İnsanları incelemem işe yaramıştı, fakat nasıl olurdu ? O Allah'dı. Nasıl bazı özelliklerinin farkına varmıştım. Nasıl kibirli, adaletsiz, egoist bir insan ile aynı özellikleri taşıyabilirdi ?
Bir tanrı insani özellikler taşımamalıydı, hayır bu olmamalıydı. Bu gerçeğin farkına varmam beni rahatlatmamıştı, aksine huzursuz hissettirmişti. Ben dinden uzaklaşmak ile huzur bulmuyordum. Bazı soruların cevabını bulmayla huzur buluyordum. Allah'ın olmaması gerçeğinin yeni sorulara gebe olduğunu nasıl bilebilirdim. Allah'ın olmaması demek, her şeyin başlangıcı ve sonu sorularının bir cevabının olmaması anlamına geliyordu. En önemli sorular, cevapsız kalmıştı. Ben Ateist olamazdım, bazı sorulara sırtımı çeviremezdim. Fakat bir şeyin farkına varmıştım. Din konularında derinlere inildikçe insanı daha da rahatsız eden şeyler ile karşılaşıyordum. Ortada kalmıştım, bir boşlukta... Bir tanrı olmalıydı, fakat bu dinlerin anlattığı tanrı değildi. Evet, artık kabul etmiştim. Bazı şeyleri asla bilemeyecektim. Fakat şanslıydım, Agnostisizm diye bir kavram ile tanıştım. Evet, hala içimde bir boşluk var, fakat en azından artık huzursuz değilim.
Artık dinlerin tamamen placebo'dan ibaret olduğunu öğrenmiştim, ve aslında bir şeylere inanma ihtiyacım yoktu, sadece cevaplara ihtiyacım vardı. Bunun farkındaydım artık