18 Şubat 2017 Cumartesi

Tek pişmanlığımsın. Tek umudum, gerçeğim, yalanım... Yanındayken bile duyduğum özlemsin. Bir rüyadan fazlası olmak istemiştim. Özrümü kabul et. Masumiyetimi kaybettim.  Kendime yabancıyım artık. Ruhum satılık. Hayatım karanlık. Karanlık ise acı. Korkuyorum. Aynı çatı altında yaşan iki yabancı gibiyim. Korkma, seni yok edecek değilim. Sevgili yarınım, beni affet. Pişmanım yaşadığıma.

4 Aralık 2013 Çarşamba

"Sorun nedir Dünyalı ?" #blogfırtınası 2.gün

"Sorun nedir Dünyalı ?" dedi Zaphod, dikkatini havanın devasasa bulutlarına çevirirken. (Otostopçunun galaksi rehber)
Almış gibiydi; etrafıma yaydığım buram buram depresif kokuyu...İstemsiz falan da değildi aslında; bu yayma eylemi... Hatta istediğimde, çok iyi gizleyebildiğimi de itiraf etmem lazımdı. Fakat bulutları sadece karayken gören biri, neden aksi için uğraşsın ki ? Neden ? İyi giden bir şeyi bok etme isteği; niyeydi ? Dramaya olan merakımız mı ? İlgiye olan açlığımız mı ? Neden ? Çok ilginç değil mi bu; "Neden ?" sorusu ? "Nedeninin ne önemi var" diye düşünmüyor değilim tabi. Fakat yok mu o içimizi kemiren, başımıza türlü türlü belalar açan merak duygusu... Merakla başlamadı mı zaten; insanları gözlemleme, insanları tanıma düşüncesi...
"İnsanları ne kadar iyi tanıyorsun ?" diye sordum, bu anlamsız karaktere. Cevap alamadım. Cevap alamadığım için de mutluydum. Egolarıma yenik düşüp de kibirli davranmak istemezdim. Ama şimdi düşününce; günün her saatinde, her dakikasında hatta ve hatta her saniyesinde bile, egolarımıza yenik düşüyoruz aslında. Diğer insanlardan farklı olmak için, daha doğrusu özel hissetmek için uğraşıp duruyoruz. Fakat unuttuğumuz bir şey var sanki... Hemen hemen her insan, zaten bunun için uğraşmıyor mu ? Onca insan, aynı şey için uğraş verirken, nasıl daha özel olabilirzki ?

"Sorun nedir Dünyalı ?" ha... "Belki de sorun; Dünyalı olmamızdır. Kim bilir..." dedim, dikkatimi bastıran karanlığa çevirirken...

8 Kasım 2013 Cuma

Çok şanslısın, biliyorsun değil mi ?


Hayat çok zor değil mi ? Baş edemeyeceğini hissediyor musun ? Bunca şeyin çok ağır geldiğiyle ilgili yakınıyor musun ? Sevdin değil mi ? Değer verdin... Verdiğin değeri hak etmediğini anlaman; ne kadar sürdü ? Canını bile verebileceğin arkadaşın, senin canını yaktığında sence üzülmüş müdür ? Attığı kazığa karşı kendini korudun mu ? Koruyamadın mı ? Ne, yoksa öyle bir kazık yiyeceğini düşünmemiş miydin ? Arkadaşlığa, sevgiye; hatta direk insanlığa karşı umutlarını yitirdin mi ? Güvenmenin saçmalık olduğunu anladın artık değil mi ? Peki güvenmeden yaşayabileceğine inanıyor musun ? Bunca şeyi bilmene rağmen, insanların senin canını yakmasına neden izin veriyorsun ? O duyguyu yaşamak, gerçekten de canının yanmasından iyi mi ? Üzgün müsün peki ? Onu kaybetmenin verdiği, yaşattığı acıdan bahsediyorum.

Pişmanlığın oldu mu o kişi ? Peki, bir şansın daha olsa; aynı saçmalıkları yapar mıydın ? Dramaya olan bağlılığının, güzel giden bir şeyi bok etmesine izin verir miydin ? Peki onun için kaybettiğin arkadaşlıkları hatırlıyor musun ? O'ndan önceki hayatını ? O gittikten sonra hissettiğin boşluk; canını yakıyor mu ? O'nun için görmezden geldiğin arkadaşların, yaptığın bencilliği unuttular mı ? Hala sahip olamadıkların, senin için daha fazla değerli değil mi ? Sahip olmak için yanıp tutuştuğun şeyleri, sahip olduktan sonra ne de çabuk unuttun. Sen sadece sahip olamadıklarına bağımlı olmayasın sakın ?

Kendin olmak çok sıkıcı değil mi ? Hiç bir şey kazandırmıyor sanırım. O'nların her duymak istediklerini söylemekten, her görmek istediklerini göstermekten sıkılmadın mı ? Gerçek kişiliğini unutmadın hala değil mi ?

İnsanların seni tanımasına izin mi verdin ? Bunun aptallık olduğunu anladın mı peki ? Seni tanıyan insanların, aslında en tehlikeli olanlar olduğunun farkına vardın mı ? Belki de çoktan darbeyi yedin ha ? Şimdi nasılsın ? İnsanların gerçek seni tanımamaları; sence de gerçek mutluluk getirir mi ?

Herkesten daha fazla derdin var. Herkesten daha fazla acı çekiyorsun. Bütün dünya sana karşı bir oyunun içinde sanki. Dünya sadece senin etrafında dönüyor değil mi ? Diğer insanlardan farklı olduğunu hissediyorsun değil mi ? Özelsin sen, farklısın. Bunlar senin başına gelmemeliydi değil mi ?

Hala anlamadın mı ? Anlamadın demek... Çok şanslısın, biliyorsun değil mi ?

29 Temmuz 2012 Pazar

Ayık kafa mı ?


Yaklaşık 5 aydır hiç bir şey yazmıyordum. Yeniden yazmaya başlamamın nedeninin yine bir mezar ziyareti olacağını tahmin etmemiştim...

Ruh...
Uzun süredir varlığını hissedemediğim bir şey...
Belki de en başından beri yoktu öyle bir şey, belki bir ruha sahip olduğumu düşünmek rahatlatıyordu beni.
Bilmiyorum...
Tek bildiğim bedenime karşı git gide daha yabancı olmak, içimde büyüyen aidiyetsizlik duygusunun patlama noktasına gelmesi...
Ruhumu hissedemiyorum, bedenimi hissedemiyorum...
Sadece düşüncelerimi hissedebiliyorum.
Beni uykusuz bırakan, her şeye şüpheyle yaklaşmamı sağlayan bir düşünce...
Düşüncelerle artık varolabiliyorum, bana zarar veren, beni saf dışı bırakmaya çalışan düşüncelerle...
Yavaş yavaş ölüp giden duygularıma üzüleyim mi, onu bile bilmiyorum.

Öldürmeyen her darbe daha da güçlendirir diyorlar...
Bilmiyorum...
Her darbede daha da zayıfladığımı hissediyorum.
Hissetmeye çalışıyorum, yapamıyorum...
Duygularım öldükçe, ben de ölüyorum...

Bilmiyorum...
Belki de sadece büyüyorumdur,
olgunlaşıyorumdur...
Belki de kendi kendimi kandırıyorumdur...

Bildiğim tek bir şey var;
ayık kafanın çok boktan olduğu...

17 Şubat 2012 Cuma

Kafadan hisse

Ruhunu düşünürsün bazen. Orada bir yerlerde var olduğu gerçeğini... insan olduğunu hissettirir işte o düşünce. Nefret edersin, tiksinirsin o düşünceden. İnsan olmak istemezsin bazen. Düşünmemeye çalışırsın fakat o düşünceler bırakmaz yakanı. Başka şeyler denersin, kısa bir süreliğine de olsa unutursun o düşünceleri, ayıldığında tekrar yakana yapışacaklarını bilmene rağmen...


Vicdan azabı da duyarsın aslında... Kendi ruhuna yabancılaşmanın verdiği bir acıdır bu. Aidiyetsizlik duygusunu buram buram hissedersin içinde, çırpınırsın kendi kendine. Bu çırpınışların arasında günlerin bir birlerini takip etmesini izlersin sessiz sessiz. Zaman hiç geçmiyorken, nasıl oluyor da takvim yaprakları ardı ardına bu hızla kopabiliyor, şaşırırsın...

24 Ocak 2012 Salı

Mezar ziyareti

Uzun bir iç çatışmanın sonunda Agnostizm'i seçip, sonunda biraz olsun huzur bulmuştum. Müslüman iken kafamı karıştıran, beni rahatsız eden, gereksiz vicdan azabı duyduğum her şey, dinden koptuktan sonra kaybolmuştu.

Yapı olarak bu tarz önemli kararları insanlarla paylaşan biriyim. Fakat yapmamam gerekiyormuş. Annemin sürekli "kim senin aklını çeliyor", "Allah ıslah etsin seni" vs. cümleleriyle uğraşıp durdum. Sadece annem de değil, çevremdeki bir çok kişi beni dine getirmeyi kendilerine görev edinip, sorduğum soruların çoğunu cevapsız bırakıp, sadece çok düşünme bunları demekle yetindiler. Bu ve bunlar gibi bir çok saldırıdan sonra artık eskisi kadar rahatsız edilmiyorum sevgili din sahipleri tarafından. Ha geçen gün annemin suratıma bağırarak "Allah'a inanmadığın için bunlar başına geliyor" diye kurduğu saçma sapan cümleyi görmezden geliyorum.

 Neyse konumuz o değil zaten. Her zaman mezar ziyaretlerinde kendimi kötü hissetmişimdir. Herkes dualarla, mezarı okşamalarla falan, ölüyle kurdukları paranormal iletişimi ben hiç bir zaman yapamamıştım. Fatiha okuyup, mezara boş boş bakarak durmuşumdur. Dinden koptuktan sonra uzun bir süre mezarlardan uzak durdum. Bayram sabahı toplu yapılan mezar ziyaretlerini unutmuştum tabi.

 O topluluğa karışmayayım diye bir köyden diğer bir köye yürüyerek gitmeye karar verip yola koyulmuştum. Uzun bir yoldan sonra babamın mezarına varmıştım. Neyseki topluluk gitmişti ve mezarın başında bir ben vardım. Öylesine bir tur atmak için gelmiştim aslında mezarlığa. Ama gel gör ki tuhaf duygular sardı dört bir yanımı. İlk defa o zaman bir şeylere inanma ihtiyacı hissettim.  Babamın bedeni orada yatıyordu. Bir şekilde beni duymasını istiyordum, fakat duymayacağını biliyordum. Dinden kopmamışken, hissetmesem bile beni duyduğunu düşünmek bir şekilde rahatlatıyordu beni. Hiç bir şekilde bir dine inanmayı isteyeceğimi düşünmemiştim. Mezarın etrafında bir kaç tur atıp, sürekli mezara bakıyordum. Ne yapacağımı, nasıl davranacağımı bilemiyordum. Bir yanım mezarın başına oturup, bir şeyler söylemek zorunda hissederken, diğer yanım da bunun saçmalık olduğunu, yoluma devam etmem gerektiğini söylüyordu. Yaşadığım tuhaf vicdan azabının nedenini de bir türlü anlayamamıştım. kulaklığımı takıp, düşünmemek için kendimi zorladım. Mezardan biraz toprak alıp, yola koyuldum. Aldığım toprağı yavaş yavaş bırakmaya, elimden kayıp gidişini izlemeye başladım. Niye böyle bir saçmalık yaptığımı bilmiyorum, belki olaya dramatik bir hava katmaya çalışıyordum, bilemiyorum.

 O gün, bir şeyler hissettiğim son gündü. Artık ölenlere karşı bir şey hissedemiyorum. Ölen biri için diğer insanlar gibi üzülemiyorum. Acılarını paylaşabilsem diye düşünüyorum ama her biri öldüğünde eve kapanıyorum. Yakınını kaybeden kişiyi teselli etmek zorunda hissediyorum ama cümleleri bir türlü ağzımda t oparlayamıyorum. Olmuyor, niye bilmiyorum, sadece olmuyor işte...


31 Aralık 2011 Cumartesi

Neden yaşıyoruz ?


Hayat güzel,
yaşamayı bilene ama...
Etraftaki boktan etkenlerin bizi etkilemelerine izin vermemek için yaşıyoruz...
Etraftaki piçlere inat yaşıyoruz...
Hayattan alabileceğimiz her zevki alabilmek için yaşıyoruz...
Zamanı geldiğinde o piçlere siktiri çekebilmek için yaşıyoruz...
Hayatın karşımıza çıkarttığı sürprizler için yaşıyoruz...
Sürprizlerin hayatımıza sıçışını izlemek için yaşıyoruz...
Girdiğimiz bok bataklığından çıkmak için yaşıyoruz...
Yaşıyoruz, yaşıyoruz, yaşıyoruz...
Kimi zaman ne için yaşadığımızı bilmeden yaşıyoruz...
Başkalarının dileklerini gerçekleştirmek için yaşıyoruz...
Başkalarının yarattıkları karakterimizle yaşıyoruz...
Sorun yaratmak için, sorun çözmek için yaşıyoruz...
Duyguları körleşen karakterlerimiz ile duygulanmak için yaşıyoruz...
Sevmek, sevilmek için yaşıyoruz...
Belki de bizsiz daha iyi olacaklarına emin olduğumuz insanlar için yaşıyoruz...
Nedensiz, amaçsız bir şekilde yaşıyoruz...
Hayal kurmak için, kurduğumuz hayallerin yıkıldığını görmek için yaşıyoruz...
Yıkılan hayallerimize ağıt yakmak için yaşıyoruz...
Özgür olmak için yaşıyoruz...
Özgür olamayacağımızı anladığımızda, intihar düşüncesi için yaşıyoruz...
Hayatı tümüyle yaşayıp, dorukta Ölmek için yaşıyoruz...
En önemlisi, hayata siktiri çekebilmek için yaşıyoruz...
Her mutluluğun sonunun acı olduğu gerçeğini öğrenmek için yaşıyoruz...
Hayatın o kadar da boktan olmadığını, hayatı zevkli hale getirecek insanlarla tanışabilmek için yaşıyoruz...
Bu insanların hayatımıza kattığı mutluluklar, umutlar için yaşıyoruz...
Bu insanlardan yediğimiz kazığın dayanılmaz acısı için yaşıyoruz...
Bundan daha fazla acı çekemeyeceğimizi düşünerek, yani kendi kendimizi kandırmak için yaşıyoruz...
Yediğimiz kazıklar, yıkılan hayallerimiz, çöken umutlarımız karşısında dört duvar içinde hiç bir şey yapmadan, sadece tavana bakarak, bizi anlatan şarkılar dinlemek için yaşıyoruz...
Şarkılar sayesinde, bizimle aynı acıları, aynı duyguları yaşayan insanlar olduğunu öğrenmek için yaşıyoruz...
Bu hayatta yanlız olmadığımızı öğrenmek için yaşıyoruz...
Yılın son gününde, düşlediğimiz, hayal ettiğimiz hiç bir şeyin gerçekleşmediği gerçeğini anlamak için, önümüzdeki yıl için gene gerçeklemediğini bildiğimiz dilekleri tutmak için yaşıyoruz...
Her şeye rağmen, mutlu olmaya çalışmak için yaşıyoruz...
Uçmuş bir kafa ile, daha sonra pişman olacağımızı bildiğimiz, bu tarz yazılar yazmak için yaşıyoruz...
Yaşıyoruz, yaşamaya devam edeceğiz. Bizi neler beklediğini görmek için yaşamaya devam edeceğiz...